Headquarter: Merdivenköy Mh. Nur Sk. A Blok K:12 D:115 Business, 34730 Kadıköy/İstanbul
R&D Center: Bilişim Vadisi, Muallimköy Mah. Deniz Cad. No: 143/8 C1 Blok Zemin Kat Kapı No: Z01 Gebze/Kocaeli
Dünya, 21. yüzyıla artan sıcaklıklar, ekstrem doğa olayları ve hızla değişen iklim koşullarıyla birlikte girdi. Bu değişimlerin merkezinde yer alan olgu, tüm dünyanın ortak problemi olarak kabul edilen küresel ısınmadır. Küresel ısınma, yalnızca çevre bilimcilerin değil, aynı zamanda ekonomistlerin, siyasetçilerin, mühendislerin ve toplum bilimcilerin ilgi alanı haline gelmiş karmaşık ve çok boyutlu bir krizdir.
Küresel ısınma, basitçe ifade etmek gerekirse, yerkürenin atmosferinde biriken sera gazlarının etkisiyle ortalama yüzey sıcaklıklarının sanayi öncesi döneme kıyasla uzun vadede artış göstermesidir. Bu durumun temelinde ise büyük oranda insan kaynaklı faaliyetler, özellikle de sanayi devriminden sonra hız kazanan fosil yakıt tüketimi yer alır. Bilim insanları bu artışı antropojenik ısınma olarak tanımlamaktadır.
Küresel ısınma, IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change) tarafından, 19. yüzyılın ortalarında başlayan ve özellikle sanayi devrimi sonrası dönemde gözlemlenen uzun vadeli küresel sıcaklık artışı olarak tanımlanır. Bu artış, iklim sisteminde doğal olarak var olan dalgalanmalardan çok daha hızlı ve keskin olduğu için, bilimsel verilerle net biçimde ayrıştırılabilir.
IPCC'nin 2021 tarihli Altıncı Değerlendirme Raporu’na göre, küresel ortalama sıcaklık artışı 1850-1900 dönemine göre yaklaşık 1.1°C seviyesine ulaşmış durumda. Bu artışın neredeyse tamamı insan faaliyetlerinden kaynaklanmakta ve özellikle sera gazı salımıyla doğrudan ilişkilidir.
Sanayi devrimi öncesinde atmosferdeki karbondioksit (CO₂) yoğunluğu yaklaşık 280 ppm civarındayken, günümüzde bu değer 420 ppm’yi aşmış durumdadır. Bu artış, tarihsel ölçekte benzeri çok nadir görülmüş hızda gerçekleşmektedir. Doğal iklim değişimleri on binlerce yıl alırken, sanayi sonrası 200 yıldan kısa bir sürede bu seviyelere ulaşılması, insan etkisinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
Küresel ısınmayı tetikleyen süreçler doğrudan enerji, sanayi, ulaşım ve arazi kullanımı gibi sektörlerle bağlantılıdır. Bu faaliyetler sonucunda salınan sera gazları, atmosferin enerji dengesini bozmakta ve yeryüzünün soğuma kapasitesini azaltmaktadır.
En yaygın insan kaynaklı sera gazları şunlardır:
Bu gazların küresel ısınmaya katkısı yalnızca miktarlarıyla değil, atmosferdeki kalıcılık süreleri ve küresel ısınma potansiyelleri (GWP) ile de ölçülür. Örneğin metan, CO₂’ye kıyasla daha kısa ömürlü olmasına rağmen 20 yıllık periyotta 80 kat daha güçlü bir sera gazıdır.
Küresel ısınmanın etkileri artık yalnızca teorik tahminlerden ibaret değil. Uydu gözlemleri, iklim modellemeleri, buzul çekirdekleri, okyanus sıcaklık ölçümleri ve uydu temelli enerji dengesine ilişkin veriler, küresel ısınmanın varlığını tartışmasız biçimde ortaya koymaktadır.
Bu bulgular arasında:
Küresel ısınma yalnızca çevresel bir bozulma değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir krizdir. İklim değişikliğinin etkileri çok katmanlıdır ve genellikle birbirini tetikler. Kuraklık, tarım üretimini etkilerken gıda fiyatlarını yükseltir; bu da toplumsal huzursuzluklara ve hatta göçlere neden olabilir.
Özellikle gelişmekte olan ülkeler, iklim değişikliğine karşı daha kırılgan yapıdadır. Bu durum, iklim adaletsizliğini gündeme getirir. Tarihsel olarak daha az emisyon üreten ülkeler, daha fazla etkilenmektedir. Bu nedenle iklim krizine çözüm ararken yalnızca teknik değil, etik ve sosyal boyutların da gözetilmesi gerekmektedir.
IPCC raporları ve Paris Anlaşması gibi uluslararası belgeler, küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırma hedefini ortaya koymaktadır. Bu hedefe ulaşmak, karbon salımlarının 2030’a kadar %45 oranında azaltılması ve 2050’ye kadar net sıfır emisyona ulaşılması anlamına gelir.
Bu hedef için önerilen stratejiler arasında:
Ayrıca bireysel düzeyde de tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, gıda israfının azaltılması, sürdürülebilir ulaşım biçimlerinin benimsenmesi ve karbon ayak izinin düşürülmesi, bu mücadelenin önemli parçalarıdır.
Küresel ısınma, artık geleceğin değil, bugünün sorunudur. Bilimsel veriler ışığında bu krizi durdurmak mümkün olmasa da, etkilerini yavaşlatmak ve uyum sağlamak hâlâ elimizdedir. Bunun için hem hükümetlerin, hem özel sektörün, hem de bireylerin eş zamanlı ve sorumlu biçimde hareket etmesi gerekir.
Gezegenin sınırlarını zorlarken, kendi yaşam sınırlarımızı da aşmak üzereyiz. Sürdürülebilir bir gelecek için doğaya kulak vermek, bilimi referans almak ve kararlarımızı uzun vadeli etkiler doğrultusunda şekillendirmek zorundayız.